
Şimdi durup düşünme zamanı: Futbolu sevmeye devam mı edeceğiz, yoksa onu yavaş yavaş kaybedecek miyiz?
Futbol, bir tutku… Kimine göre çocukluk aşkı, kimine göre hayatın ta kendisi. Sahada 22 kişinin peşinden koştuğu bir topun, milyonları peşinden sürüklemesi belki de bu oyunun en büyülü tarafı. Ancak son yıllarda, ülkemizde bu büyü yerini giderek daha fazla öfkeye, nefrete ve şiddete bırakıyor. Artık statlar sadece tezahüratların yankılandığı, coşkunun doruğa ulaştığı yerler olmaktan çıkıyor. Küfürler, yabancı maddeler, fiziksel saldırılar… Tribünlerde başlayan öfke, sahaya taşınıyor. Sahaya atlayan taraftarlar, yumruklaşan futbolcular, tehdit edilen hakemler…
Peki, biz bu noktaya nasıl geldik?
Futbol, rekabetin doğasında olan bir oyun. Ancak bu rekabetin yerini düşmanlık aldığında tehlike başlıyor. Kimi yöneticilerin kışkırtıcı açıklamaları, sosyal medyada taraftar grupları arasında yapılan linç kampanyaları ve kulüp bazlı medya manipülasyonları futbolu, dostane bir yarıştan çok bir savaş alanına çeviriyor.
Hakem kararları üzerine yapılan spekülasyonlar, her mağlubiyet sonrası suçlu arayışları, saha içi gerilimler… Tüm bunlar, futbolun ruhunu zehirleyen bir girdaba dönüşüyor. Halbuki futbol, bir spor. Kazanmak kadar kaybetmek de bunun bir parçası. Ama kaybetmeyi öğrenemeyen bir toplum, öfkesini futbol üzerinden kusuyor.
Futbolda şiddetle mücadelede sadece polisiye tedbirlerle bir yere varmak imkânsız. Öncelikle yöneticilerin ve medya temsilcilerinin dili değişmeli. Taraftarları tahrik eden açıklamalar yerine, futbolun kardeşlik olduğunu hatırlatan mesajlar verilmeli.
“Eğitim şart” klişesi burada da geçerli. Ancak mesele sadece eğitim değil, kültürel bir dönüşüm meselesi. İngiltere, 1980’lerde holiganizme karşı sert yasalar çıkararak ve bilinçlendirme kampanyaları yürüterek bu sorunu büyük ölçüde çözdü. Bugün, o yılların kargaşasının yerini ailelerin güvenle stada geldiği bir futbol atmosferi aldı. Türkiye’de de benzer bir dönüşüm neden mümkün olmasın?
Hakemler, futbolcular, taraftarlar, yöneticiler, medya… Herkesin sorumluluğu var. Futbol, düşmanlık değil; dostluk üretmeli.
Fenerbahçe Meydanı olarak bizler, futbolun rekabet içinde kalmasını ama asla düşmanlık üretmemesini savunuyoruz.
Unutmayalım, yeşil sahalar savaş alanı değil; mutluluğun, heyecanın ve sporun adresi olmalı. Bugün sahada birbirine düşman gibi bakan futbolcuların, yıllar sonra bir araya gelip anılarını gülerek anlattıklarını görebiliriz. Ama biz bugünden ne ekersek, yarın onu biçeceğiz.
Futbol, her şeyden önce bir oyundur. Ya onu yeniden sevmeyi öğreneceğiz ya da onu yavaş yavaş kaybedeceğiz.