
Bazı anlar vardır ki, zaman durur, kalp yerinden fırlar, gözyaşları yanaklara sığmaz. Bu satırları tam da öyle bir gecenin ardından yazıyorum. Fenerbahçe Beko’nun Avrupa’nın zirvesine yürüdüğü, sarı lacivertin gökyüzünü aydınlattığı o büyülü gecenin sabahında…
Mersin’deydim; İstanbul’un sokaklarında olamasam da kalbim, o coşkunun tam ortasındaydı. Televizyon ekranına kilitlenmiş gözlerim, her basketle yerinden fırlayan kalbim ve “sen dünyanın en güzel takımısın” diye haykıran ruhumla o geceyi yaşadım. Sarı lacivert aidiyetin gururunu iliklerime kadar yeniden hissettim.
Fenerbahçe Beko sadece bir şampiyonluk kazanmadı. Bu şampiyonluk, yıllar boyunca gösterilen kararlılığın, inancın ve azmin görkemli bir tezahürüydü. 2017’deki ilk Avrupa şampiyonluğumuzun tarif edilemez mutluluğu, dün gece bir kez daha ama bu kez çok daha derin ve doygun bir şekilde yüreğimize aktı. Bu zafer, öyle sıradan bir kupa değil; yıllar süren adanmışlığın, gözyaşının, alın terinin ve hiç vazgeçmeyişin karşılığıydı.
Bu başarının mimarı ise, adını tarihe altın harflerle yazdıran bir isim oldu: Sarunas Jasikevicius. 2001’den bu yana tek çatı altında düzenlenen EuroLeague’in 25 yıllık tarihinde hem oyuncu hem başantrenör olarak şampiyonluk yaşayan ilk kişi… Aynı tutkuyla önce parkede, şimdi kenarda savaşan bir lider. Onun liderliği yalnızca taktiklerle sınırlı değildi; her idmanda, molada ve soyunma odasında yankılanan tutkusu, takıma işlediği derin aidiyet hissiyle birleşti.
Her zaferin bir yıldızı vardır. Bu defa o yıldız, finalde sergilediği üstün performansla Nigel Hayes-Davis oldu. 23 sayı, 9 ribaunt ve 1 asistle oynayıp 30 verimlilik puanına ulaşarak MVP seçildi. Kararlılığıyla, sahadaki gücüyle bu büyük geceye damgasını vurdu. Artık sadece bir oyuncu değil, sarı lacivert tarihinin unutulmaz kahramanlarından biri.
Ancak bu zafer, bireysel parıltılardan öte, “bir” olmanın eseriydi. Her pas, her savunma hamlesi, her sayı; birlikte başarmaya inanan bir takımın, kolektif ruhun göstergesiydi. Elbette yıldızlar vardı, ama her biri takımın bir parçasıydı. Takımın ruhu sadece oyunda değil; zarafetle de kendini gösterdi.
Kaptan Melih Mahmutoğlu, kupayı kaldırabilecekken önceliği takım arkadaşı Marko Gudurić’e verdi. Bu incelikli davranış, takım ruhunun gücünü bir kez daha gözler önüne serdi.
Ve dün gece bir kez daha anladık ki: Fenerbahçe yalnızca bir kulüp değil, hayatın ta kendisi değerleriyle, duruşuyla, tutkularıyla.
O an parkede yalnızca basketbol oynanmadı; dostluk, bağlılık ve birlikte kazanmanın anlamı gökyüzüne yükseldi. Kaptanlık sadece liderlik değil, aynı zamanda bu ruhu taşımaktır ve Melih bunu o gece fazlasıyla gösterdi.
Dün gece çekilen her kare, sadece bir anı dondurmadı; sarı lacivert bir tarihin, bir tutkunun ve büyük bir zaferin ikonik sembolü oldu. İstanbul’un caddelerinde meşaleler yanarken, Mersin’deki Fenerbahçe Meydanı’nda da sarı lacivert bayraklar gururla dalgalandı.
Türkiye’nin dört bir yanında Fenerbahçeliler sokaklara döküldü. Belediyeler meydanlara dev ekranlar kurdu. Taraftar, o meşhur “6. adam” bir kez daha ne kadar büyük bir güç olduğunu kanıtladı. Bitmek bilmeyen destekleri, zor anlarda takımı yeniden ayağa kaldıran görünmez bir el oldu.
Ben de ekrandan izledim. Ama o ekran, bir pencereydi. Sarı lacivertin ışığı içeri süzüldü, kalbimde dev bir sevince dönüştü. Evet, biz dünyanın en güzel takımıyız. Çünkü sadece kazanmayı değil, inşa etmeyi biliriz. Sadece sevinmeyi değil, birlikte sevinmeyi biliriz. Bir kez daha şahit olduk ki Fenerbahçe, bir spor kulübünden çok daha fazlası; o, bir yaşam felsefesidir.
Fenerbahçe Beko, sadece Avrupa’nın zirvesine çıkmakla kalmadı; ülkemizde basketbolun kalplerde kök salmasında, insanları aynı potanın etrafında birleştirmesinde öncü rol oynadı. Her zafer, oynanan her maç basketbola olan ilgiyi artırdı. Türkiye’nin dört bir yanındaki çocuklar, potalara daha büyük bir aşkla baktı, smaçların ve üçlüklerin hayalini kurdu. Parkelerde Fenerbahçe Beko, yalnızca bir spor takımı olmanın ötesine geçerek, birçok kişiye ilham veren, yol gösteren bir fener haline geldi.
Basketbolu hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline getiren bu sarı lacivert ruh, bu zaferle bir kez daha perçinlendi.
Bu kupa raflara değil, kalplere kaldırıldı. Bu zafer, bugünün çocuklarının yüreğinde bir hayal kıvılcımı yaktı; onları gelecekteki başarılarına doğru attıkları ilk adım olmaya teşvik etti. Bir gün sarı lacivert formayı giydiklerinde bu geceyi hatırlayacaklar. Ve anlayacaklar ki; Fenerbahçeli olmak, sadece bir renk değil, bir duruştur. Yılmadan yürümek, birlikte başarmaktır.
Teşekkürler Fenerbahçe Beko.
Bize umut oldun, gurur oldun, tarih oldun.
Biz seninle sevinç gözyaşları döktük, kahkahalar attık ve bir kez daha gönlümüze kazıdık:
Sen, dünyanın en güzel takımı oldun.